ANKARA-BHA
Anahtar (A) Parti basın toplantısında 6 Şubat depremlerinin yıldönümüne dair değerlendirmeler yapan Genel Başkan Yardımcısı Emine Küçükali, “Bu hükümet döneminde tam 8 kez imar affı çıkarıldı. Deprem riskini azaltmak mı amaçlandı, yoksa günü kurtarmak mı?Bugün Malatya’da, Hatay’da, Kahramanmaraş’ta insanlar hâlâ konteynerlerde yaşam mücadelesi veriyor. Plansız bir inşa süreciyle şehirlerin kimliği yok ediliyor. Esnaf, yıkılacak binaların altında esnaflık yapmak zorunda bırakılıyor. Yıkımı yönetemeyenler, felaket sonrası süreci de yönetemediler. Biz bunları görmek zorundayız. Çünkü deprem öldürmez, ihmal öldürür.” dedi.
Anahtar Parti Çevre, Şehircilik, Afet ve Su Politikaları Başkanı Emine Küçükali, partisinin genel merkezinde 6 Şubat depremlerine ilişkin basın toplantısı düzenledi. Küçükali, özetle şunları söyledi:
“6 Şubat 2023’te Kahramanmaraş merkezli 11 ilimizdekaybettiğimiz vatandaşlarımızı rahmetle anıyorum, geride kalan ailelerine ve tüm milletimize sabır diliyorum. Acıları, anıları ve yaşadıkları felaket, bizim için unutulmayacak bir sorumluluktur. Bugün burada sadece 2 yıl önce kaybettiklerimiz anmak için değil, bir daha böyle bir acıyı yaşamamak için ne yapmamız gerektiğini konuşmak için toplandık. 6 Şubat doğal afet mi, yönetilemeyen bir felaket mi?6 Şubat’ta doğa harekete geçti. Ancak asıl yıkım, doğanın değil, ihmalin ve hazırlıksızlığın yarattığını hepimiz gördük. Depremin büyüklüğü elbette kaçınılmazdı, fakat 11 ili enkaz altında bırakan plansızlık ve denetimsizlik engellenebilir miydi? Elbette pek tabi ki engellenebilirdi. 6 şubatta biz ülkemizde bu acıyla daha birkaç aydır yüzleşirken biz 60 bin canımızı enkazda bırakmışken Tayvan’da da aynı benzer büyüklükte deprem oldu ve sadece 3 kişi hayatını kaybetti.
Bilim insanları yıllardır Doğu Anadolu Fayı’nın tehlikede olduğunu söylemiyor muydu? Söylüyordu. Hatta Kahramanmaraş’ta bir bilim adamı depremden sadece 3 gün önce uyarmıştı.
Deprem yönetmeliğine uygun olmayan binaların varlığı bilinmiyor muydu biliniyordu. Biliniyordu ve bilinmesine de 2018 seçimlerinde oy almak uğruna imar barışı ile de 11 ilde toplam 294 bin yapı kayıt altına alınmıştı. Devlet vatandaşına böyle tuzak hazırlar mı? Ülke topraklarının yüzde 96’sının deprem riski altında olduğu bir ülkede bu tür kaçak yapıları görmezden gelen af ve benzeri aldatmacalar vatandaşı göz göre göre öldürmeye teşebbüs değil midir? Bakanıyla, genel müdürüyle, belediye başkanıyla, imar müdürü ile mimarı mühendisi müteahhitti ile organize bir suç değil midir? Riski yönetemedikleri için afet asrın felaketine dönüştü. Ve o gün iktidar bunu asrın felaketi diye itiraf etti fakat bu riski biz yönetemedik enkaz altında kaldık demedi. Arama kurtarma çalışmalarında plansızlığın koordinasyonsuzluğun yetki karmaşasının nelere mal olacağını hepimiz tahmin edebilirdik.Peki, hükümet bilimi dikkate alsaydı, bu felaket bu kadar büyük olur muydu?
Deprem, doğal bir olaydır. Ancak, bu denli büyük bir yıkıma dönüşmesi bir yönetim krizidir. Çünkü; depremler doğa olayıdır ama felaket yönetilemezse, yönetimdekilerin yaptığı yanlışlar neticesinde, felakete dönüşür. Hem de 23 yıl tüm yetki sorumlulukları elinde bulunduran iktidar partisinin sorumsuzluğu ve ciddiyetsizliğidir.
1999 Gölcük Depremi’nden ders alındı mı? Eğer gerçekten riski yönetme niyeti olsaydı, 6 Şubat’ta binlerce insanımızı enkaz altında kaybeder miydik? 1999 Depremi’nin üzerinden tam 12 yıl geçtikten sonra, 2012’de ancak Kentsel Dönüşüm Kanunu çıkarılabildi. 6306 sayılı kentsel dönüşüm kanunu, 2002’de hükümeti kendi sorumluluğu altına alan, tüm yetkileri de kendi elinde bulunduran bugün ki hükümet 2002 yılından 2012 yılına kadar kentsel dönüşümle ilgili bir kanunu çıkarmamıştır.
Bu hükümet döneminde tam 8 kez imar affı çıkarıldı. Deprem riski olan bölgelerde nüfus ve sanayi yoğunluğu azaltılmadı, aksine artırıldı. Şimdi sormak lazım. Deprem riskini azaltmak mı amaçlandı, yoksa günü kurtarmak mı? Bilim insanları yıllardır uyarmasına rağmen, bu ülke rant için riskleri görmezden geldi. Kaçak yapılar yasallaştırıldı. Fay hatlarının üzerine şehirler, fabrikalar, sanayi tesisleri kuruldu. Depreme dayanıklı kentler inşa etmek yerine, felaket anında ne yapacağımızı tartıştık. Ve şimdi, 6 Şubat’ta olduğu gibi, yine acımızı konuşuyoruz. Ama sorumluların sorumluluk almasını hâlâ bekliyoruz. Felaketin ardından kaostan kurtulamayan bir Türkiye istemiyoruz. Bugün Malatya’da, Hatay’da, Kahramanmaraş’ta insanlar hâlâ konteynerlerde yaşam mücadelesi veriyor. Plansız bir inşa süreciyle şehirlerin kimliği yok ediliyor. Esnaf, yıkılacak binaların altında esnaflık yapmak zorunda bırakılıyor. Yıkımı yönetemeyenler, felaket sonrası süreci de yönetemediler. Biz bunları görmek zorundayız. Çünkü deprem öldürmez, ihmal öldürür.
Çözüm Önerilerimiz; Türkiye’yi depreme hazır hale getirmek olacak. İmar aflarını kökünden kaldıracağız. Depreme dayanıksız binaların yasallaştırılmasına asla izin vermeyeceğiz. Yapı denetim sistemini bağımsız ve etkin hale getireceğiz.Deprem Master Planı hazırlayacağız. Türkiye’nin tüm deprem bölgeleri için bilim insanlarının rehberliğinde risk azaltma politikalarını hayata geçireceğiz. Fay hattı üzerine şehirleşmeye son vereceğiz. Kentsel dönüşümü rant projesi olmaktan çıkaracağız. Depreme dirençli ve güvenli şehirler inşa edeceğiz. Kentsel dönüşümde müteahhitler değil, vatandaşın güvenliği öncelikli olacak. Deprem erken uyarı ve afet yönetimini güçlendireceğiz. Deprem anında saniyelerin hayat kurtardığını biliyoruz. Türkiye’nin her bölgesinde erken uyarı sistemlerini yaygınlaştıracağız. AFAD ve yerel yönetimler arasında koordinasyonu güçlendireceğiz. Deprem sonrası değil, deprem öncesi hazırlık yapacağız. Afet sonrası kriz yönetimi yerine, risk yönetimi odaklı bir devlet politikası oluşturacağız. Deprem bilincini küçük yaşlardan itibaren eğitim sistemine dahil edeceğiz.
Bugün bilim insanları bizi Bingöl Karlıova, Fayı için uyarıyor. Bugün bilim insanları Marmara Depremi’nin kaçınılmaz bir gerçek olduğunu söylüyor. Burada herkesin anlaması gereken kritik bir gerçek var: Marmara’da olacak büyük bir deprem sadece İstanbul’u yıkmaz. Türkiye’nin sanayisini, ekonomisini, ticaretini altüst eder. Enerji hatlarını, ulaşım ağlarını, limanlarını bitirir. Ülkeyi bağımsızlığını kaybetmeye kadar sürükleyecek bir krize sokar. Olası Marmara Depremi yalnızca bir afet değil, Türkiye’nin varoluşsal bir meselesidir. Bugün, hükümeti ve yetkilileri uyarıyorum. Siz bu ülkeyi sadece bugüne değil, yarına da hazırlamak zorundasınız. Bu ülkenin bir daha 6 Şubat gibi bir acı yaşamaması için, bilimle, akılla, vicdanla hareket etmek zorundasınız.
Ülkemizin ikinci gündemi olarak düşündüğümüz teknoloji sektöründe faaliyet gösteren MYK üyemiz Ömer Ekinci Bey’in dikkat çektiği ve gizli vergi alma yöntemi olarak ifşa ettiği AK Parti klasiği haline gelen milletin sırtından birilerini zengin etme ihtirasının bir kod adını UTTS’yi sizlerle paylaşmak istiyoruz. Son günlerde gündemin en önemli konularından biri UTTS yani ulusal taşıt takip sisteminin ticari araçlar için zorunlu hale gelmesi ve bu sistemi firmalara yansıyan kurulum ücreti. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın kayıp ve kaçağı kayıt dışını önleme çabasını takdirle karşılıyoruz. Ancak kullanılan yöntemi ve gidilen yolu doğru bulmuyoruz. Teknolojide yerli ve milli olma hassasiyeti göstermemiz gerekirken çok basit bir çipi Amerika Birleşik Devletleri veya gizli İsrail menşeili bir firmadan satın almak, çözüm odaklı yapmak, teknolojik müdahalelere açık bir çipi her vatandaşın akaryakıt tankının dibine taktırmaya mecbur bırakmak bir çelişki değil midir? Bu bir milli güvenlik problemi olduğu düşünülmemekte midir? Teknolojide çağ atlıyoruz diyorsunuz. Peki tekrar kodlanıp defalarca kullanılabilecek basit bir çipi ve basit bir çipli ürünü her araç alım satımında neden yeniden çöpe atıp yenisini almak zorunda bırakıyorsunuz? Milyonlarca şirket aracına takılacak olan bu cihazın maliyeti işin uzmanlarına göre hepinizin de bildiği ve duyduğu gibi artık 5.50 lirayken bunun montaj bedeli dahil iki 2 bin 700 lira gibi bir rakama satmak halbuki bugün bunu 250 liraya dahi bütün maliyetleri içerisinde bir şekilde vatandaşa ulaştırabilecekken, 2 bin 700 lira gibi bir rakama satmak çok büyük bir kâr marjını ve fiyat aktarma kabul edilebilir bir durum kesinlikle değildir. Elbette burada sadece takılan modülün maliyeti değil bütün sorunumuz. Arka plandaki operasyonun yazılım altyapısının da maliyetleri var diyorsanız vatandaş bu yükü tek başına karşılamak zorunda değil. Madem ki vergi kaybınızı önleyeceksiniz, madem ki vergiden kazanç olarak olacak bu yaptığınız işlem o zaman altyapı maliyetlerini devlet karşılasın, hazine karşılasın.
Akaryakıt masraflarının gider olarak düşünülen yüzde 70’den, eskiden olduğu gibi yüzde 100’e çıkarılsın istiyoruz. Böylece esnafımızın, hobimizin şu ekonomik krizle biraz olsun yüzü gülsün istiyoruz. Bu gibi büyük bütçeli tüm toplumu ilgilendiren projelerde daha şeffaf, çok daha hesap verebilir bir yaklaşım benimsenmek zorundadır. Talep edilen bir rakamın neleri içerdiği vatandaşa bildirilmelidir. Aksi takdirde yaptırırsan 2 bin 700 lira, yaptırmazsan cezası 28 bin lira gibi kırk katır mı, kırk satır mı zihniyeti artık Türk insanımıza ve Türk devletimize yakışmıyor. Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Mehmet Şimşek’ten talebimiz Darphane Kurumu tarafından yönetilen bu UTTS projesinin maliyetlerinin ve maliyetlerin adil şekilde pay edilmesi hususunun yeniden gözden geçirilmesidir. 6 Şubat’ı anma vesilesiyle de Mehmet Şimşek’ten yine Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlı olan Darphane binasının bugün UTTS projesinin gerçekleştirilecek olduğu Darphane binasının depreme dayanıksız olduğunu söylüyorlar. Buradan biz de uyarıyoruz. Şayet Darphane binası riskli bir bina ise orada insanları lütfen ölüme terk etmeyin. Mehmet Şimşek’in bunu da göze göz önünde bulundurması talebimizi buradan da yinelemek istiyorum. Vergi kutsaldır ama verginin toplanması da dağıtılması da vergi kadar kutsaldır.”