Tebriz’den İsfahan yoluna düştüğümüzde yaklaşık 1000 km gideceğimizin farkında değildim. Azerbaycan coğrafyasından güney doğuya doğru ilerlediğimizde geniş bozkırlar, kurak araziler bizi bekliyordu. Bitmek bilmeyen uzun yolda etrafı seyrettikçe Faruk Nafiz’in şiiri dökülüyordu dudaklarımdan:
“Yol, hep yol, daima yol… Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali.”
Sabah çıktığımız Tebriz’den akşama İsfahan’a ulaşacaktık, yolda İlhanlılara başkentlik yapmış Zencan eyaletinin Sultaniye ilçesinde mola verildi. Burada İlhanlı Hanlarından Olcaytu’nun yaptırmış olduğu devasa türbeyi ziyaret ettik.
İlhanlılar
İlhanlı Devleti’nin kurucusu Cengiz Han’ın torunu Hülagu’dur. 1253 yılında Karakurum’daki Moğol Büyük Hanı Mengü kurultay kararı ile kardeşi Hülagu’yu Azerbaycan’dan Mısır’a ve Anadolu’ya kadar olan yerleri ele geçirip buraları kendisine bağlı bir “ilhan” olarak yönetmesi için gönderdi. İlhan sözcüğü “bölge hükümdarı” anlamına geldiği gibi “Han’a bağlı topraklar” ifadesi de kullanılır. Böylece 1256’da Tebriz başkent olmak üzere Azerbaycan’da İlhanlı Devleti kurulmuş oldu. Bu devlet Hülagu’nun taşıdığı ilhan unvanına atıfla İlhanlılar adıyla anılmıştır.
Olcaytu Han
Hulagü’nün torununun çocuğu olan Olcaytu (Olcayto) annesi Hristiyan olduğu için çocukluğunda Hristiyan idi sonra Abisi Gazan Han ile birlikte Müslüman oldular, Olcaytu’ya Hüdabende yani Tanrının Kulu ismi verildi. Olcaytu Abisi vefat edince İlhanlıların hükümdarı oldu. Onun zamanında İlhanlılar Azerbaycan’dan Anadolu’ya kadar geniş alanda önemli inşaa faaliyetine girişmişlerdir. Tebriz’in Erk Kalesi ve Erzurum’daki Yakutiye Medresesi bu dönemde inşa edilmiştir.
Olcaytu Han’ın Gerçekleşmeyen Stratejisi
İlhanlı hükümdarı Olcaytu başkent yaptığı Sultaniye’nin simgesel değerini arttırmak için Necef’te bulunan Hz. Ali’nin mezarını buraya nakletmek ister. Bunun için de öncelikli olarak Hz. Ali’nin şanına yakışan ihtişamlı bir türbe inşa ettirir. Türbe tamamlandıktan sonra mezarı Necef’ten Sultaniye’ye nakledemeden kendisi ölür ve inşa ettirmiş olduğu türbeye kendisi defnedilir. Moğol geleneklerine göre hazinesiyle birlikte defnedildiği için sonraki dönemlerde mezarı tahrip edilmiş ve mezardaki naaşı da kaybolmuştur.
Sultaniye’de Olcaytu’nun Muhteşem Mimari Eseri
Olcaytu’nun türbesi aradan geçen 700 yıl içerisinde onlarca deprem geçirmesine rağmen günümüze kadar ulaşmıştır. Günümüzde bu muhteşem yapının restorasyonu için çalışmalar devam ediyor. Restorasyon sorumlusunun anlattığına göre bina 50 metreden yüksektir. Başka bir hesaba göre günümüzdeki 17 katlı apartmanın yüksekliğindedir. Buna rağmen binanın temeli için sadece yarım metre toprak kazılmıştır, normalde bunun daha derin olması beklenir. Bina Sekiz mermer sütun üzerinde yükseliyor ve her bir sütun arasında sekiz kapı yer alıyor. Yani binanın her bir kapısı arasında ayrı bir duvarı bulunmuyor. Burada sekiz rakamının “cennetin sekiz kapısı”nı simgelediği düşünülüyor. İnşaatta kullanılan kerpiçlerin toprağının ise Kerbela’dan getirildiğine inanılıyor. Binanın mermer duvarları ise turkuaz çinilerle bezenerek, Kur’an-ı Kerim’den ayeti kerimeler nakşedilmiştir.
Bir “Hülle” Hikayesi
İslamiyeti kabul ettiğinde Ehli Sünnet olan Olcaytu Han’ın ilerleyen dönemde Şia olması farklı şekillerde nakledilmektedir. İlki Olcaytu Han’ın sarayındaki Şia vezirlerinin etkisiyle Şia olduğu şeklindedir. Başka bir anlatıya göre ise Olcaytu Han’nın Şia olmasının sebebinin üç talak ile boşamış olduğu eşiyle pişman olup yeniden evlenmek istemesi üzerine gelişen durumdur. Biraz magazinsel olan bu anlatıya göre Olcaytu Han, Ehli Sünnet ulemadan boşadığı eşiyle yeniden nikahlanmak için fetva ister ancak hem Hanefi hem de Şafi alimler “hülle” olarak tabir edilen kadının önce başka bir erkekle nikahlanıp eğer o erkek boşarsa ondan sonra ancak tekrar Olcaytu ile nikah yapılabileceğini söylemeleri üzerine Han farklı arayışlara girer. Bu esnada sarayındaki Şia vezirlerinden ve alimlerinden Şiilikte hülle olmadığını öğrenir; kendisi Şia olur ve boşamış olduğu eşiyle tekrar nikahlanır.
Hüdabende’den Harbende’ye Olcaytu
Olcaytu Han İslam dinini kabul ettikten sonra o dönem İran coğrafyasında yaygın olan Ehli Sünnet itikadını benimsemiştir. 15. yüzyılın ikinci yarısındaki Anadolu’dan Şah’a yürüyüş hareketinden önce Azerbaycan ve İran coğrafyasında Farslar ve Kürtler Şafi mezhebindeyken Türkler Hanefi mezhebi üzerine amel etmektedir.
İslam’ı kabul ettiği dönemde Ehli Sünnet olan Olcaytu Han ilerleyen yıllarda Şia olmuştur. Buna tepki gösterenler Hüdabendi yani “Tanrı’nın kulu” ünvanı yerine Harbende yani “eşeğin kulu” ismini takmışlardır.
İran İçin Olcaytu Han’ın Önemi
İsnaaşera yani 12 İmam inancını tarihte ilk defa bir devletin resmi inancı haline getirdiği için Ocaytu Han’ın günümüz İran yönetimi nezdinde farklı bir yeri vardır. Olcaytu’dan yaklaşık iki yüzyıl sonra bu kez Safeviler de İran’da Şia Devleti kurmuş ama Şah İsmail’in inancının Gulatı Şia olmasından ötürü Caferi inancındaki Şialar tarafından da Şah İsmail’in yolu benimsenmemiştir. Safevi Devleti 1736’da tarih sahnesinden çekilmiş yerine başka bir Türkmen hanedanı olan Avşarlar iktidara gelmiştir. Nadir Şah-ı Avşar Osmanlı Devleti ile inanç konusunda sürekli iletişim halinde olmuş ve Safevilerin özellikle de ilk dönemlerindeki inanç sistemini reddederek adını Cafer-i Sadık’tan (k.s) alan Caferiliği devletinin resmi mezhebi olarak ilan etmiştir.
Sultaniye’den Ayrılırken
Serdar Gündoğdu’nun öncülüğünde gerçekleşen İran gezisini sıradan İran gezilerinden ayıran sürekli olarak Anadolu ile Azerbaycan ve İran coğrafyasının geçmişten günümüze birbirleriyle olan ilişkisinin her alanda sorgulanmasına imkan sağlamasıdır. Bu düşüncemin oluşmasında Sultaniye ziyareti önemli bir yere sahiptir. Gerek mimari yapısı gerek tarihteki yeri bakımından önemli yere sahip olan Sultaniye ve buradaki Olcaytu Han Türbesi Tebriz’den İsfahan’a giden uçsuz bucaksız yolda dinlenmek, dilenirken de öğrenmek için önemli bir duraktır. Çoğu kişinin bilmediği bu muhteşem yapı ve birbirinden farklı hikayeleri; İlhanlı Devleti’nin 13. ve 14. yüzyılda Anadolu’nun siyasi, ekonomik, kültür alanlarına olan etkisinin bilinmesinde kilit role sahiptir.
Ahmet Akalın
Ankara Üniversitesi Doktora Öğrencisi
RTÜK Üst Kurul Uzmanı (Muhammet Said Yalçın)