ANKARA-BHA
Bir hedefe ulaşmanın, başarılı olmanın, halkın gönlünde sürekli olarak taht kurmanın, ilkeli ve tutarlı olmanın, hizmet etmenin, dimdik ayakta durmanın önemli öğeleri vardır.
Bu başarı için hepsinin bir arada bulunması gerekiyor ki, bu da öyle kolay herkese göre bir iş değildir.
Örneğin aklın en isabetli değerlendirmeler, duyguların en hassas örneğine, kadar bütün öğeleri sıralayabiliriz.
Ama yine de hedefe ulaşmak, farklı, özel olmak için; ona ulaşan kişinin” hünerine” bağlıdır.
“Hüner” Farsçada ustalık-uzmanlık becerikli olma üstünlüğü demektir.
Mutluluğu bir değer gibi sunar. İnsana varlığın ispatini verir.
Mükemmelliği tanımlar ve onu simgeler.
Marifet, Hünerin Arapça karşılığıdır. Eylemlerin, nitelikli tarifine bakarsan ”Hüner” ile “ Marifet” benzer anlamlar taşır.
Hüner, hayatin fizik değerlerine, hâkim olan ustalıktır.
Marifet ise, hünere kazandırılmış tasavvuf idrakiyle tezahür eder.
Bir hikmet ve İrfan hadisesidir. Tanrının isim ve sıfatlarının bir hayat tecellisi vardır.
Bu tecellinin günlük yaşama hüviyet kazandıran maharetine “Marifet” diyoruz.
Bu marifet manasıyla, Başkent Üniversitesi’nin kurucusu ve dünyanın onuru Prof.Dr. Mehmet Haberal’ın etkileyici başarıları, üstün nitelikler, bilgisi, donanımı, mütevazılığı, açık sözlülüğü, kıvrak zekâsı ülkesine ve millete hizmet etmesiyle ve de dünyadaki başarılarıyla az rastlanır örnek teşkil ediyor.
Haberal hocanın memleket sevgisi, nezaketi, başarıları, güven veren sağlam ve dik duruşu insanlarla olan uyumu, içindeki insan sevgisi, ülkeye olan hizmeti, örnek teşkil eden üstün özellikleri, değer katan örnek davranışları, dünyanın takdirinde…
Prof. Dr. Mehmet Haberal hocanın sağlık alanındaki başarılarının yanında sözel Zekayi kullanma konusunda da hepimizi şaşırtacak düzeyde egemen bir zekâ seyrinin keyfini veriyor…
Hayatta bazı bağlar vardır ki; ne mesafe, ne zaman ne de mevki onları sarsabilir. İşte bu satırlar, tam 65 yıl önce Hacettepe’nin mütevazı amfilerinde temelleri atılmış, zamanın, hayatın ve dünyanın sınavlarından geçmiş bir dostluğun hikâyesini anlatıyor.
Branşları ayrıydı belki ama kalpleri aynı çarpıyordu… Aynı hayalleri kuran, aynı hedefe yürüyen, vatan sevdasını yüreklerinin merkezine koyan, ilimle yoğrulmuş bir kuşağın mensuplarıydı onlar. Prof. Dr. Mehmet Haberal başta olmak üzere; Prof. Dr. Mustafa Artvinli, Prof. Dr. Süleyman Sarpes, Prof. Dr. Günseli Sarpes, Prof. Dr. Kenan Araz, Gülden Araz, Prof. Dr. Cahangir Çelik, Dr. Cazibe Çelik, Prof. Dr. Cem Keçik, Prof. Dr. İknur Keçik, Dr. Muzaffer Akış, Dr. Engin Akış, Prof. Dr. Demir Ali Onat, Prof. Dr. Tevfik Akoğlu, Prof. Dr. Emel Akoğlu… Her biri, Hacettepe’nin altın çağından, İhsan Doğramacı’nın vizyonundan süzülen yıldızlar gibi kendi alanında parlayan isimler oldular.
Ve yıllar sonra, bir bahar hafta sonunda yeniden buluştular… Bu kez Başkent Üniversitesi’nin kurucusu Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın davetlisi olarak, Kızılcahamam’daki Patalya Oteli’nde bir araya geldiler. Bu buluşma yalnızca bir nostalji gecesi değil, aynı zamanda bir kadirşinaslık ve vefa duruşuydu.
Koç Yurdu’ndaki kahkahalar, Hacettepe koridorlarında yankılanan ayak sesleri, Amerika’ya gidişlerin hüzünlü coşkusu, başarılarla taçlanan hayatlar… Hepsi birer birer döküldü dilin ucundan. Ağlandı, gülündü, yeniden genç olundu. Zaman, oracıkta durdu sanki…
Ama bu buluşmanın öznesi yalnızca anılar değildi. Bir başka güçlü duyguydu sahnede: Vefa. Vefanın en kıymetli hali ise dostlukta saklıydı. Statüler, titrler, makamlar geride bırakılmış; ‘Reis’ lakaplı Haberal’ın samimiyetiyle, içtenliğiyle yeniden o eski günlere dönülmüştü. O anlarda, aralarındaki dostluk; bir akademik başarıdan ya da tıbbi dehadan çok daha büyük bir anlam taşıyordu.
Prof. Dr. Mehmet Haberal, bu dostluğun mihenk taşıydı belki de. Sadece tıpta değil, hayatta da “hüner”i ve “marifet”iyle öne çıkan bir şahsiyet… Sözel zekâsıyla, zarafetiyle, mütevazılığıyla sadece bilim dünyasına değil, insanlığın gönül dünyasına da dokunan bir isim. Onun başarısı, yalnızca ameliyat masalarında ya da üniversite kürsülerinde değil; dostlarını unutmayışında, geçmişi sahiplenişinde, değerlerine sadakatinde saklıydı.
Bu buluşma bize gösterdi ki; gerçek dostluklar, zamana direnmenin en asil yoludur. 65 yıllık dostluk, yalnızca bireylerin değil, bir dönemin, bir değerler manzumesinin de ayakta kaldığını kanıtlıyor.
Bugün, ülkeler değişiyor, sistemler dönüşüyor, değerler tartışılıyor. Ancak bir şey hâlâ dimdik ayakta duruyor: Kadim dostlukların gücü. Ve biz biliyoruz ki; böyle dostluklara sahip olan bir toplum, geleceğe umutla bakar.
Kızılcahamam ormanlarında yankılanan o gülüşler, bize sadece geçmişin güzel anılarını değil, geleceğe dair inancımızı da yeniden hatırlattı. Nice nesiller, bu dostluğun izinden yürüsün…